Kaç duyguyu içinizde mahkum ediyorsunuz? Kaç tane yaşanmamışlığı içinizde taşıyorsunuz? Ben yüzlercesini sayabilirim.
Bir bardak suyu kolunu uzatarak elinde tutmak gibi. Geçen her saniye, ağırlığı artıyor. Zihinde kalan, hala taşıdığımız şeyler gibi.
Zaman geçtikçe ağırlaşıyorlar. Oldukları yerden yeni düşüncelerin, güzel enerjilerin akmasını engelliyorlar ve bu senin derinine doğru kök salıyor.
Derinliklerine doğru kök saldıkça içteki kaynağa giden yollar kapanıyor ve kendimizle olan iletişim zayıflıyor.
Peki nasıl açmalı? Öncelikle içerideki oluşan karmaşık sistemin farkında olmalı. Olmaması gereken bir ağırlık olduğunu bilmeli. Eşeğe yükü ağır gelmezmiş. Alışık olduğu için gelmez. Yük gidince normaline, dengeli haline döner.
Bunu görmek, içeriye açılan gözle olur. Böyle bir yetenek hepimizde var. Sadece dışarıya bakan gözümüzde odağımız.
Bu görüş, bir uyanış getirir. Bir seviye atlamadır. Tüm yalanlarımızı görürüz. Tüm sistemimizi. İşimize yarayan ve yaramayan her inancımızı. Bunu bir kere görünce insan yeniden doğar adeta. Artık baktığı yerde gördükleri eskisi gibi değildir.
Fakat her sistemin düzen koruyucusu olduğu gibi, bu düzenin de koruyucuları vardır. Bu bizim pişmanlıklarımız, hayal kırıklıklarımız gibi biriktirdiğimiz ve EGO’nun bize karşı kullandığı şartlanmalarımızdır. Güzelliği görmek için kafamızı kaldırırız ama orada bir duvar vardır. Bu oyundan çıkmanın en kolay yolu, kendine değer vermekten geçiyor. Değer bir ilaç gibi. Yararlı şeyleri büyüten, zararlı şeyleri dönüştüren yan etkisi olmayan bir ilaç.
Bu yüzleşme sonucundaysa o kocaman boşluk artık ne istersek onunla dolar. İnsanın en büyük yaratıcılığı ve en büyük eseri, kendini dönüştürmesi sonucu ortaya koyduğu yeni halidir.
Kurallarımız var. Ama bu kurallar evrensel kurallara uyuyor mu? Yoksa sadece bizi kısıtlamaya mı hizmet ediyor?
İnsan kendini istediği her şey yapabilir. Önemli olan, isteklerine kendi özgürce karar verebiliyor olmasıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder