Baktığımız eşyalara ya da kişilere derin anlamlar yüklüyoruz. Hatırası olan bir eşya, bize geçmişteki güzel anıları hatırlatıyor. Sadece “işlevi olan” ya da “işlevi olmayan” bir nesne değerlendirmesinden öte, zihnimizdeki ilişkili bir anıya bağlanıyor.
Çevremizdeki insanlarla ilişkilerimize baktığımızda da durum pek farklı değildir. Kişiyi olduğu gibi görmekten kaçınıyor, ona içimizden bir anlam yüklüyoruz. Acı olanı tatlandırıyoruz. Görmek istediğimizin ötesindeki gerçeklerden korkuyoruz.
Zihindeki sansürcü, her zaman çalışma, boşluklara anlam yüklemeye ve işleri karmaşık hale getirmeye çalışır. O her zaman aktif ve kontrolü elinde tutmak ister. Öte yandan özgürlük, baktığımız her şeyi yalın haliyle değerlendirebilmektir.
Bir şeye baktığınızda yargıları katmamaya çalışın. Elbette başta zor gelebilir. İç ses hemen müdahale edecektir. Çünkü rahatsız olur. Zihnimizdeki o mekanizma, yalınlığı sevmez. Kendini dışlanmış hisseder.
Gerçeği kaldırabilir miyiz? Özgürlüğün bedeliyle yüzleşebilir miyiz?
Etrafındaki her şeye tek tek bak. Nasıl anlamlar yükledin? Bazen sadece o şeyin varlığına katlanıyor musun? Çok basit bir örnek, mutfak çekmecesindeki alelade, her gün kullandığın bir çatalı seç ve hayatında yer kaplayan, aklına gelen şeyleri düşün. Bu nesneler, kişiler hatta kurduğun ilişkiler; hiçbir anlam yüklemediğin bu çatal kadar sadelikle mi hayatında, yoksa yüklediğin anlamlarla kendini onlara bağımlı hale mi getiriyorsun?
Yüklediğin anlamlardan arındırdıkça yaşamına sadelik, zihnine özgürlük ve duygularına gevşeme gelecektir. Tabi eğer bu dönüşümü seçersen.
Yorumlar
Yorum Gönder